Mahmut Sinan Pala'nın Santra Dergisi'nin Şubat sayısında yayınlanan yazısı.
Haber Giriş Tarihi: 20.02.2017 08:36
Haber Güncellenme Tarihi: 20.02.2017 08:36
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.bursasporum.com
Apple’ın 1. Nesil iPhone’u piyasaya sürerek, sade görünüm ve kolay kullanım ile teknoloji pazarını alt üst etmesinin 10. yıldönümünü Ocak ayında kutladık. Apple’ın yaptığı bu devrim, sadece ekranların dokunmatik olması değil aslında minimalist tasarım akımının da genel pazara yayılmasının başlangıcıydı. Minimalist tasarım akımı hayatımızın artık her yerinde ve uluslararası şirketler de bu vaziyetten yararlanıp, üretim ve özellikle müşteriye dokunan iş süreçlerini sadeleştiriyorlar. 10 yıl içinde bu akım teknolojiyi o kadar etkiledi ve işlerimiz o kadar kolaylaştı ki artık ekrana tek dokunuşla pizza siparişi verebiliyoruz. Az eforla, maksimum kazanç. Ama ne hikmetse bu minimalist akımdan Türkiye’de inadına etkilenmeyen bir sektör var: Futbol.
Futbol tarihinin en büyük futbol dehalarından Johan Cruyff “Futbol aslında basittir, zor olan ise basit oynamaktır.” demişti, Apple’dan yıllar önce. Ülkemizde futbolun içinde dönen paralar artıyor ama bu işlerin düzenlenmesi, kurumsallaşma gibi başlıklarla iş yapışı sadeleştirmek için yatırım yapan kulüpler yok denecek kadar az. En basitinden bir oyuncuya ulaşmak için birbirini tanıyan menajerler silsilesi ile 3-5 menajer ile çalışıldığı oluyor. Hepsi de komisyon istiyor tabi. Peki kulüpler bu karmaşık yapıyı daha kolay yönetmeyi ve ceplerinden daha az para çıkmasını neden tercih etmiyorlar? Neden işler bu kadar zorlaştırılıyor?
Yönetim ile alakalı sorunları çözmek için, minimalist yaklaşım ile öze dönmek ve yıllarca doğru çalışan yapıyı teknolojiden yararlanarak güne ayarlamalıyız.
En sade tanımla, bir sürü adamın bir top peşinde koştuğu bir oyun, futbol. Daha emeklerken tanışıyor bebekler, yürümeye başlasın hemen önüne bir top atılıyor. Konuşmayı beceremezken topa vurmayı öğreniyoruz, yere oturup karşımızdakine yuvarlıyoruz. Yaşımız büyüdükçe farklı oyunlara dahil edilmeye başlıyoruz. Herkes futbola savunmadan başlar savı kısmen doğrudur aslında. İlk topu kapma mücadelemizde ağabeyimizden topu kapmaya çalışırken, vermeyince de ağlayıp annemizde şikâyet edip aldığımız da çok olmuştur. Sonra zoraki kaleye geçmeler ve üzerimize üzerimize gelen sert şutlar. Aslında top ile çooook derinlere dayanan bir ilişkimiz var.
3-5 çocuk bir aradaysa ve yanlarına da bir top bıraksanız, çok büyük ihtimalle refleks olarak futbol ya da benzerini oynarlar. Çünkü çok basit ve ana kuralı topu 2 direk arasından geçirmek olan sade bir oyun. Bu oyunun sadeliği sayesinde tek temel üzerine birçok çeşit oyun türemiş.
Tek pas, gol atan kaleye, orta kafa gol ve daha birçok başka oyun. Hoş bir romantizm ile hatırlarız, küçükken sabahtan akşama kadar futbol oynadığımız günleri. Beton zemin, taş, toprak üzerinde haşatı çıkmış plastik top ile terden sırılsıklam olurduk. Futbol oynayabilmek için saha şartlarının uygun olması yağmur yağmıyor olması ve topun varlığı yeterliydi. Bu kadar basit bir şablon ile belirlenmişti, oyun oynanabilirliği. En sevdiğimiz oyundu bizim için futbol, bir günde 40 gol barajını geçmişliğim bile vardır.
Biraz büyüyünce mahallede, okulda arkadaşlarla maç yapıp, rekabetin tatlı şerbetini tattık. Sadece yenmek ve daha iyi olmak yeterli değildi, zaferin taçlandırılması ihtiyacı doğmuştu. Altın kaplı, devasa kupalarımız yoktu; bir şişe gazoz, bir paket gofret oldu bizim için Şampiyonlar Ligi Kupası. Maçların önem seviyesi arttıkça, mahalle kapışmaları falan derken bir bakmışsın herkes kendisine bir oyuncu, bir takım seçmiş. Sırf adı havalı diye Jimmy Floyd Hasselbaink’i seçerdim, ben de. Bir anda yıldız oluverdik, Şampiyonlar Ligi’nde sahadaydık binlerce taraftarın önünde; işte bu kadar basitti futbolun heyecanına kapılmak.
Heyecan ve rekabet arttıkça, futbolun nasıl oynanmasını gerektiği az çok kavramaya da başladıkça kuralların uygulanması da artıyor normal olarak. 3 adım baraj saymalar, kalecinin topu 3 kere sektirmesi gibi uydurma ama basit kurallar ile başlıyor bu yolculuk ve “Adamın gol dedi” ye kadar gidiyor. Tartışmalı bir pozisyon olduğu zaman kaptanlar konuşur ve ortak karar verilirdi. Güven ve itibar üzerine kurulu kolaylıkla işleyen bir yapıydı.
Rekabet tavan yapmış, kurallar özümsenmiş ve artık maçlarda sahaya diziliş, duran top taktiği gibi daha üst düzey konular konuşulmaya başlamıştı. Top tekniği olmayan ama sadece iri olanlar burunla vurup kale vuruşu kullanır, topu en uzağa gönderirdi mesela. Sahada her çeşit yetenek ve fizik için uygun bir pozisyon kesinlikle vardı. Bulunamazsa, ağabeyi, annesi falan gelir zorla oynardı, zaten. Bu sebepten ötürü küçükken oynamak isteyen herkes futbol oynayabilirdi ve futbol hakkında konuşup taraftar olabilirdi. Bu kadar geniş kadronun olduğu yerde ise iyi çalım atanların kaptan olduğu takımlarda, genellikle en iriler kaleye geçer ve kazmalar da savunma oynardı. Hep birlikte atağa, hep birlikte savunmaya; total futbol oynanırdı. Sahaya dağılımı da bu kadar kolay bir şekilde çözerdik.
Maçlar biter, herkes çeşmenin başında sıraya geçer ve pozisyonların kritiği yapılırdı. Hiçbir zaman kavga dövüş olmazdı. O çeşmenin başına gelindiğinde her şey unutulur ve arkadaşlık, kardeşlik kalırdı sadece.
Nasıl oldu da bu kadar çok sevdiğimiz oyunun bu kadar kolay işleyen yapısı, içinden çıkılmaz hale geldi? Kavga ve küfürün eksik olmadığı bir mecra olarak görülüyor artık yetişkinlerin futbolu. Neden bu güzel oyunun masumiyetini yaşlandıkça kaybediyoruz?
Bu noktada karar vericilere topu atması en kolayı ama herkes önce aynaya dönüp bakmalı önce. Bu kadar sevdiğimiz, masum bir oyunu neden ölüm kalım davası haline getiriyoruz? Neden bizim bu hırsımızı başkalarının rant malzemesi olarak kullanmasına izin veriyoruz? İşte bu nokta futbol oyununu seven herkese iş düşüyor. Futbolun hayatımızın büyük bir bölümünde önemli rol oynamış, karakterimizi şekillendirmiş, sosyal çevremizi oluşturmuş bu önemli oyuna hak ettiği saygıyı göstermeliyiz.
Futbol ile alakalı bir sebepten sinirlendiğiniz zaman futbolu 10 yaşında nasıl seviyorsak, nasıl oynamaktan ve izlemekten haz alıyorsak onu aklımıza getirelim. Futbolun bir oyun, hatta en çok oynamış ve en sevdiğimiz oyun olduğunu unutmayalım. Onunla olan hatıralarımıza saygı gösterip, futbolu üzmeyelim.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Futbol Oyunu
Mahmut Sinan Pala'nın Santra Dergisi'nin Şubat sayısında yayınlanan yazısı.
Apple’ın 1. Nesil iPhone’u piyasaya sürerek, sade görünüm ve kolay kullanım ile teknoloji pazarını alt üst etmesinin 10. yıldönümünü Ocak ayında kutladık. Apple’ın yaptığı bu devrim, sadece ekranların dokunmatik olması değil aslında minimalist tasarım akımının da genel pazara yayılmasının başlangıcıydı. Minimalist tasarım akımı hayatımızın artık her yerinde ve uluslararası şirketler de bu vaziyetten yararlanıp, üretim ve özellikle müşteriye dokunan iş süreçlerini sadeleştiriyorlar. 10 yıl içinde bu akım teknolojiyi o kadar etkiledi ve işlerimiz o kadar kolaylaştı ki artık ekrana tek dokunuşla pizza siparişi verebiliyoruz. Az eforla, maksimum kazanç. Ama ne hikmetse bu minimalist akımdan Türkiye’de inadına etkilenmeyen bir sektör var: Futbol.
Futbol tarihinin en büyük futbol dehalarından Johan Cruyff “Futbol aslında basittir, zor olan ise basit oynamaktır.” demişti, Apple’dan yıllar önce. Ülkemizde futbolun içinde dönen paralar artıyor ama bu işlerin düzenlenmesi, kurumsallaşma gibi başlıklarla iş yapışı sadeleştirmek için yatırım yapan kulüpler yok denecek kadar az. En basitinden bir oyuncuya ulaşmak için birbirini tanıyan menajerler silsilesi ile 3-5 menajer ile çalışıldığı oluyor. Hepsi de komisyon istiyor tabi. Peki kulüpler bu karmaşık yapıyı daha kolay yönetmeyi ve ceplerinden daha az para çıkmasını neden tercih etmiyorlar? Neden işler bu kadar zorlaştırılıyor?
Yönetim ile alakalı sorunları çözmek için, minimalist yaklaşım ile öze dönmek ve yıllarca doğru çalışan yapıyı teknolojiden yararlanarak güne ayarlamalıyız.
En sade tanımla, bir sürü adamın bir top peşinde koştuğu bir oyun, futbol. Daha emeklerken tanışıyor bebekler, yürümeye başlasın hemen önüne bir top atılıyor. Konuşmayı beceremezken topa vurmayı öğreniyoruz, yere oturup karşımızdakine yuvarlıyoruz. Yaşımız büyüdükçe farklı oyunlara dahil edilmeye başlıyoruz. Herkes futbola savunmadan başlar savı kısmen doğrudur aslında. İlk topu kapma mücadelemizde ağabeyimizden topu kapmaya çalışırken, vermeyince de ağlayıp annemizde şikâyet edip aldığımız da çok olmuştur. Sonra zoraki kaleye geçmeler ve üzerimize üzerimize gelen sert şutlar. Aslında top ile çooook derinlere dayanan bir ilişkimiz var.
3-5 çocuk bir aradaysa ve yanlarına da bir top bıraksanız, çok büyük ihtimalle refleks olarak futbol ya da benzerini oynarlar. Çünkü çok basit ve ana kuralı topu 2 direk arasından geçirmek olan sade bir oyun. Bu oyunun sadeliği sayesinde tek temel üzerine birçok çeşit oyun türemiş.
Tek pas, gol atan kaleye, orta kafa gol ve daha birçok başka oyun. Hoş bir romantizm ile hatırlarız, küçükken sabahtan akşama kadar futbol oynadığımız günleri. Beton zemin, taş, toprak üzerinde haşatı çıkmış plastik top ile terden sırılsıklam olurduk. Futbol oynayabilmek için saha şartlarının uygun olması yağmur yağmıyor olması ve topun varlığı yeterliydi. Bu kadar basit bir şablon ile belirlenmişti, oyun oynanabilirliği. En sevdiğimiz oyundu bizim için futbol, bir günde 40 gol barajını geçmişliğim bile vardır.
Biraz büyüyünce mahallede, okulda arkadaşlarla maç yapıp, rekabetin tatlı şerbetini tattık. Sadece yenmek ve daha iyi olmak yeterli değildi, zaferin taçlandırılması ihtiyacı doğmuştu. Altın kaplı, devasa kupalarımız yoktu; bir şişe gazoz, bir paket gofret oldu bizim için Şampiyonlar Ligi Kupası. Maçların önem seviyesi arttıkça, mahalle kapışmaları falan derken bir bakmışsın herkes kendisine bir oyuncu, bir takım seçmiş. Sırf adı havalı diye Jimmy Floyd Hasselbaink’i seçerdim, ben de. Bir anda yıldız oluverdik, Şampiyonlar Ligi’nde sahadaydık binlerce taraftarın önünde; işte bu kadar basitti futbolun heyecanına kapılmak.
Heyecan ve rekabet arttıkça, futbolun nasıl oynanmasını gerektiği az çok kavramaya da başladıkça kuralların uygulanması da artıyor normal olarak. 3 adım baraj saymalar, kalecinin topu 3 kere sektirmesi gibi uydurma ama basit kurallar ile başlıyor bu yolculuk ve “Adamın gol dedi” ye kadar gidiyor. Tartışmalı bir pozisyon olduğu zaman kaptanlar konuşur ve ortak karar verilirdi. Güven ve itibar üzerine kurulu kolaylıkla işleyen bir yapıydı.
Rekabet tavan yapmış, kurallar özümsenmiş ve artık maçlarda sahaya diziliş, duran top taktiği gibi daha üst düzey konular konuşulmaya başlamıştı. Top tekniği olmayan ama sadece iri olanlar burunla vurup kale vuruşu kullanır, topu en uzağa gönderirdi mesela. Sahada her çeşit yetenek ve fizik için uygun bir pozisyon kesinlikle vardı. Bulunamazsa, ağabeyi, annesi falan gelir zorla oynardı, zaten. Bu sebepten ötürü küçükken oynamak isteyen herkes futbol oynayabilirdi ve futbol hakkında konuşup taraftar olabilirdi. Bu kadar geniş kadronun olduğu yerde ise iyi çalım atanların kaptan olduğu takımlarda, genellikle en iriler kaleye geçer ve kazmalar da savunma oynardı. Hep birlikte atağa, hep birlikte savunmaya; total futbol oynanırdı. Sahaya dağılımı da bu kadar kolay bir şekilde çözerdik.
Maçlar biter, herkes çeşmenin başında sıraya geçer ve pozisyonların kritiği yapılırdı. Hiçbir zaman kavga dövüş olmazdı. O çeşmenin başına gelindiğinde her şey unutulur ve arkadaşlık, kardeşlik kalırdı sadece.
Nasıl oldu da bu kadar çok sevdiğimiz oyunun bu kadar kolay işleyen yapısı, içinden çıkılmaz hale geldi? Kavga ve küfürün eksik olmadığı bir mecra olarak görülüyor artık yetişkinlerin futbolu. Neden bu güzel oyunun masumiyetini yaşlandıkça kaybediyoruz?
Bu noktada karar vericilere topu atması en kolayı ama herkes önce aynaya dönüp bakmalı önce. Bu kadar sevdiğimiz, masum bir oyunu neden ölüm kalım davası haline getiriyoruz? Neden bizim bu hırsımızı başkalarının rant malzemesi olarak kullanmasına izin veriyoruz? İşte bu nokta futbol oyununu seven herkese iş düşüyor. Futbolun hayatımızın büyük bir bölümünde önemli rol oynamış, karakterimizi şekillendirmiş, sosyal çevremizi oluşturmuş bu önemli oyuna hak ettiği saygıyı göstermeliyiz.
Futbol ile alakalı bir sebepten sinirlendiğiniz zaman futbolu 10 yaşında nasıl seviyorsak, nasıl oynamaktan ve izlemekten haz alıyorsak onu aklımıza getirelim. Futbolun bir oyun, hatta en çok oynamış ve en sevdiğimiz oyun olduğunu unutmayalım. Onunla olan hatıralarımıza saygı gösterip, futbolu üzmeyelim.
Kaynak: www.msinanpala.com
En Çok Okunan Haberler